TÜRKPUSAT KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI

“Türk hünerini ihya ile şerefyâb olalım.” sloganıyla başlattığımız  Türkpusat Kültür Araştırmaları’na kültürel mirasa değer veren ve araştırma şevkine sahip herkes katılabilmektedir. Aylık düzenlenecek toplantılarda pusat, teçhizat, etnografik eserler gibi unsurlar üzerine  analizler yapılmaktadır.  Katılımcıların yaptıkları çeşitli okumalar ve tartışmalar çalışmalarımızın istikametinde belirleyici olmaktadır. Bunun yanısıra alanında uzman kişilerce düzenlenecek söyleşiler, konferanslar ve atölye faaliyetleri  gerçekleştirilmektedir. Ayrıca çalışmalarımızın olgunlaşmasıyla birlikte internet sitemizde ve yayınlanacak dergide, katılımcılarımız makalelerini yayınlayabilmektedir. Türkpusat Kültür Araştırmaları ile ulusal literatürümüzün gelişmesine ve kültürel mirasımızın gelecek kuşaklara aktarılmasına destek verilmektedir.

TÜRK OKÇULUK TARİHİ

Okçuluk Türk tarihiyle özdeşleşmiş,  hayatın her alanında etkisini göstermiştir. Şüphesiz askerî alanda kompozit ve kısa yay Türklere büyük üstünlük sağlamıştır. Çocuk yaştan itibaren  koyunlara bindirilerek ok atmaya başlayan Türkler  yayı hakimiyet sembolü olarak; yazışma ve sikkelerde sembol olarak kullanmışlardır. Edebi alanda bir çok kelimenin köküne yerleşmiş olan okçuluk terimleri şiirlerde, atasözlerinde ve deyimlerde de yaygın olarak kullanılagelmiştir.  İskitler, Hunlar, Köktürkler, Selçuklular ve Osmanlılar okçulukta öne çıkan Türk devletleridir. İskitler okçuluk sayesinde hakimiyet kuran  ilk bozkır kavmi olarak görülür. Herodot İskitlerin atlı okçuluk hünerlerine vurgu yapmakta, onlardan “atlı okçular” diye bahsetmektedir. Kazılardan ortaya çıkan yayların başları dışa kıvrık kabzanın içe çökük hali geleneksel Türk yaylarının özelliklerini yansıtmaktadır. Kompozit yayı kullanan Hunlar hakkında Çin kaynaklarında ıslık çalan sesli oklardan bahsedilir. Bizim çavuş oku dediğimiz bu oklar haberleşme ve psikolojik üstünlük amacıyla kullanılmıştır. Türklerde boy anlamına da gelen ok kelimesi Oğuzlar’ın destanlarında da kendini göstermiştir. “Ok” ve çoğul eki olan “uz” ekinin birleşiminde ismini alan  Oğuzlarla bütünleşmiş Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz Kağan’ın doğuya gönderdiği oğulları(Kün, Ay, Yultuz) altın bir yay bulurlar; batıya gönderdikleri ( Kök, Tağ, Tengiz) ise üç gümüş ok bulurlar.Yayı ve okları oğullarına paylaştıran Oğuz Kağan ülkesini de onlar arasında üleştirir.Oğuz boylarını oluşturan Bozoklar ve Üçoklar’da böylece türemiş olurlar.

İslamiyet’ten önceki Türklerde ok ve yaya çeşitli anlamlar yüklenmiş; ayrıca ok ve yay dinî, ulvi bir karakter kazanmıştır. Bahaeddin Ögel Köktürklere ait Kuray mezarlarında çıkan yaylardan ve üç perli  ok uçlarından bahseder. Ayrıca Kırgızlara ait Tuhutsyanko buluntularındaki kurganlardan  çıkan ok uçları, ölülerin sağında ok ve tirkeşlerin kalıntıları bu silahlara verilen önemi göstermektedir. Türklerde yayın yere bırakılmasına hoş bakılmamıştır ve bu gelenek Osmanlı Devleti’ne  kadar da devam etmiştir. Tengri’den kut alarak yönetme hakkı kazanan  hanedan  mensupları yay kirişiyle boğularak idam ettirilirdi. Görüldüğü gibi ok ve yay Türklerde sadece maddi kültür ögesi olarak değil, manevi bir kültür öğesi olarak da öne çıkmıştır.

Türklerin İslam’ı kabullenmeleriyle beraber savaş ve savaşçılık özellikleri yeni bir karaktere bürünmüştür. Özellikle cihat ve gaza anlayışları bu yeni karakterin oluşumunda birincil etken olmuştur. Peygamberin “Ok atmasını ve ata binmesini öğreniniz.”, ” Ok atmasını öğrenip sonra unutan bizden değildir.”, Bir ok sayesinde üç kişi cennete gider: Oku yapan, sunan ve atan.”, “Sıkıntıya düştüğünüzde ok atın.”, “Şu üç mecliste melekler sizinle beraber olurlar.Biri ok atışmak, biri pehlivanlık etmek, diğeri de helaliyle birlikte olmak.” hadisleri  okçuluk-tasavvuf  ilişkisinin kurulmasında önemli olmuştur. Bugün ve geçmişte okçuların piri olarak kabul edilen Sa’d bin Ebu’l Vakkas, peygamberin yakın sahabelerindendir. Ona Uhud Gazası’nda “At ya Sa’d anam babam sana feda olsun.” dediği söylenir. 14. yüzyıldan itibaren  yazılan okçuluk risalelerinde yay ve okun ilk yapılışı Hz. Adem ve Cebrail’e dayandırılır. Rivayete göre Cebrail, Adem ekinlerini yiyen kuşları öldürsün diye cennetten  yay getirir. Böylece yay ve oka ulvi bir karakter kazandırılır. İslamiyet’ten sonra Türklerde ok ve yay her alanda önemini korumaya devam etmiştir. Osman Turan, Selçuklu liderlerinden Arslan Yabgu ile Gazneli Mahmut arasında 1025 dolaylarında Arslan Yabgu’nun özel oklarını kendine bağlı boylara mesaj olarak gönderebildiğinden bahseder. İbn-i Bibi ok ve yaydan mahrum kalmalarının erkekliklerini de kaybetmelerine sebep olduğunu yazar. Benzer şekilde Moğolların Gizli Tarihi’nde ise şöyle denmektedir. “Hayatta iken okluğunu çaldıran kimsenin yaşamasında ne mana var.” Halil İnalcık Osmanlı’nın kuruluş devrinde alpler arasında okçuluğun önemini vurgular. Aşıkpaşazade’nin   “Katı yay çekmek ve uzatmak ere, K’ey hünerdür kim kime Tengri vire” ifadesinde ok çekip uzatmanın özel bir hüner olduğu ve bunun Allah vergisi bir özellik olduğu  belirtilir. Bu anlayış Osmanlı Dönemi’ndeki Okçular Tekkesi’nin oluşumunu hazırlaması bakımından dikkate değerdir.